İstanbul Bilgi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Müzik bölümü ve İletişim Fakültesi Medya ve İletişim Sistemleri bölümünün iş birliği ile çalışmalarına başlanan Radyo Vesaire test yayınında ve bilgimedya.org'dan şu an ulaşılabilir durumda.Az önce Andrea Bocelli'nin Sancta Aria'sı çalıyordu. Aynı zamanda Forumumuz da yolda, kısa testlerin ardından hep beraber, aktif bir şekilde forumumuzda paylaşımlar yapmak, radyo'da da biraz kafa dağıtmak ve müziğe kendimizi vermek dileği ile :)
müzikle kalın :)
http://radyovesaire.bilgimedya.org/
4 Kasım 2010 Perşembe
3 Kasım 2010 Çarşamba
Düşe Düşe "Kalkmayı", Yenile Yenile "Yenmeyi" Öğrenmek
Bırakın bu gece, biraz serbest atış yapalım.. müzik her zaman hayatımızda. Peki ya kendi müzikalimiz? "Hakkımda" bölümünde kendimle ilgili yazdığım yazıyı, 3 sene önceki günlüklerimi karıştırırken bunalım dönemlerime ait sayfaların birinde buldum, şaşırdım. Günlük deyince biraz şaşırdınız evet, genelde bir erkekten "günlük" tutma gibi bir durum alışılmışın dışındadır, benim günlükten kastım da zaten alışılmışın baya bir dışı. Öyle ki, tam 6 senedir başımdan ne geçiyorsa sanki başka biriymişim gibi, sanki bir film senaryosuymuş gibi hep yazarım ben. Herkesin başka bir adı vardır benim bu yazılarımda. Kendi adım da Onur değildir, eğer şu an bunu okuyan sizler: benimle bir şekilde konuşmuş ya da bir şekilde iletişime geçmişseniz siz de bu minik filmime konuk olmuşsunuzdur demektir. Sayamadığım kadar çok isim ve bir o kadar da hikayeleri birleştirdiğim, aslında kendi kendime yarattığım kendi hayatımın bir müzikaliydi bu.
Bu günlük meselesini açıklamadan duramazdım. :) Bugünkü serbest atışımız aslında bir nevi dertleşmek gibi. Tam 1 hafta önce kendimden bile beklemediğim bir şekilde çok önemli bir girişimcilik yaptım. Bir nevi "staj" başvurusu gibi nitelendirebiliriz bunu. Tek başıma, Istanbul'un hiç bilmediğim yerlerinde adres peşinde koşarken, ne kadar yorulursam yorulayayım, adresin yazılı olduğu kağıt elimden rüzgar yüzünden uçsa da, yağmurdan dolayı sırılsıklam olsam da, yokuş aşağı inerken düşüp üstüm başım çamur içinde olsa da, insanın hedeflerinin peşinden koşması, ne kadar da güzel bir şeymiş! Hayatı anlamlı kılan belki de bu sonu gelmeyen koşuşturmacalar.. Geçen hafta başıma gelen onca aksilikten sonra sadece bir kereliğine geri dönmeyi düşündüm. Önümdeki taksiye atlayıp evime dönmeyi düşündüm. Zaten sırılsıklam olmuştum. Tam o sırada yaşlı bir teyze geldi yanıma, boyu da ufacıktı. Kırışmış gözleri ile bana bakarken hafif bir tebessüm de ediyordu, elinde sattığı şemsiyelerden verdi bana, "al oğlum ıslanma" dedi bana. Aldım şemsiyeyi.
Sonra daha yanıma geldi ve aynen şunları dedi:
"İstediğin her şey olacak, merak etme"
Evet! kesinlikle uydurmuyorum! uydurmayı isterdim ancak gerçekleri anlatıyorum. Bu duruma tesadüf diyemem, çünkü değil. Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığı inancım, o gün daha da temellenmişti içimde.
İnsan düşe düşe kalkmayı öğrenir derler, eskiden "hadi be!" derdim içimden. Meğerse ki ne kadar doğruymuş! İnsan kalkabilmeyi ancak düştüğü yerden yapabiliyormuş, düşmeden, ayağa kalkılamıyormuş.
Aynı şekilde hayatta yenmek için de, yenilmeyi, hatta defalarca yenilmeyi tatmak gerekiyormuş. 1 defa yenmek için bazen 1000 defa yenilmek gerekiyormuş. E tabii, son gülen de çok iyi gülüyormuş. :)
1 hafta önce bugün, bütün kötü giden şeylere rağmen inat edip istediğimi yaptığımı fark ettiğimde anladım ki, işte o gün "günün galibi" olmuştum.
Hayat daha da anlam kazandı gözümde, belki hayat hakkında konuşmak için daha çok erken evet, ama geç olmasından iyidir...
Müzikle kalın ;)
Cennetten Gelen Bir Ses: Sissel
Yoğun ve bir o kadar da eğlenceli geçen bir haftanın ardından, bir takım hoş şeylerin beyleyişindeyim. Biliyorum çok kapalı oldu ama dilediğim şeyler gerçekleşirse ilk burada yazacağım. Blog konusunda çok farklı kişilerden farklı tepkiler alıyorum ve bu beni gerçekten çok mutlu ediyor. Şunu itiraf etmeliyim ki blog yazmak benim için de harika bir deneyim haline geldi. Yazmayı ve paylaşmayı seven biri olarak kendime "neden daha önce başlamadın şu blog'a" diye kızdığım bile oldu :)
Bugün sizlere ismi çok fazla bilinmeyen, ama sesi ile gerçekten büyüleyici bir müzisyen olan Sissel'i, tam adıyla Sissel Kyrkjebø'dan bahsedeceğim.
Sissel'i aslında ilk olarak keşfettiğim an, geçen sene uzun zaman sonra barıştığım bir dostumla yaşadıklarımın etkisiyle, "şu an ruh halime uygun bir müzik bulmalıyım" şeklinde youtube'da müzikler dinlerken gerçekleşmişti. İlk olarak dinlediğim "Weightless" şarkısı, o an yaşadığım mutluluğu kat ve kat çoğaltmıştı.
Sesi ilk başlarda Enya'yı anımsatsa da, Enya'dan çok daha geniş bir perdede sesi olduğu ve dolayısıyla da daha güçlü bir sesi olduğu kesin.
Ama asıl ona duyduğum hayranlık, "Should it matter" adlı parçasıyla olmuştu. Bir kere dinleyin, ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız.
Uzun biyografiler yazmayı sevmediğimi biliyorsunuz, sadece Sissel'e bir göz atın, beğeneceğinize eminim.
Müzikle kalın!
http://www.bilgimedya.org/
28 Ekim 2010 Perşembe
Öyle Bir Geçer Zaman Ki
İstanbul'un yağışa teslim olduğu şu günlerde herkes evine kapanmış bir vaziyette kendilerine yapacak bir meşgale arıyorlar, aynen benim gibi :) tabii evde oturma gibi bir şansı olmayan kişiler(çalışanlar vs.) için bu İstanbul günü, gerçekten zordu. Ama yarın bayram! Herkesin bol bol dinleneceği zamanı olacaktır eminim.
Hepimizin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun Efendim!
Uzunca bir blog yazmıştım az önce, hepsini sildim. Konu ise dizi müzikleriydi. Film müziklerine olan merakım beraberinde dizi müziklerini de getirdi. Dizi fazla izlemem ama hepsinin jenerik müziklerine hep dikkat etmişimdir. Türkiye'de giderek büyüyen bir olgu olan televizyon dizilerinin müziklerini incelemek, hem üniversitede seçtiğim bölümle(medya) hem de müzik ilgimle alakalı olduğundan benim için vazgeçilmez bir uğraş. Türk dizileri içinde bugüne kadar çok başarılı müzikler duydum.
Ama bir tanesi beni büyüledi...
Öyle Bir Geçer Zaman Ki adlı dizinin jenerik müziğini ilk dinlediğim anda, sanki bir sinema filmi başlıyormuşçasına insanın içine içine işleyen bir müzik ile karşılaştım. Nail Yurtsever ve Cem Tuncer'in imzalarının olduğu bu jenerik, benim arşivimde şimdilik 1. numara olarak yerini almış olarak bulunmaktadır.
Dinlemeyenleriniz veya dikkat etmeyenleriniz için:
25 Ekim 2010 Pazartesi
Tamirane'de Jazz Keyfi!
Herkese merhabalar!
Yoğun ve hastalıklı geçen son 1 haftanın ardından blogumu ne kadar özlediğimi fark ettim. Allah kimsenin başına faranjit gibi bir dert vermesin. Gripten kötü valla :) hele bir de sesinizi kullanıyorsanız :( (şarkı söylerken sesimi kayda alsaydım muhtemelen müzik hayatım biterdi.)
Öncelikle isterseniz şu Tamirane nedir açıklayalım:
Santralistanbul'u bilmeyenler için açıklayayım ki, buradaki her bir tarihi anı muhteşem bir koruma ve özen altında. Durum böyle de olunca Tamirane'den içeri girince karşılaştığınız konsept sizi etkilemeyecek gibi değil!
Hele ki o Jazz Session'ları!
Tamirane, tarz olarak Jazz müziğin belki de tam oturduğu bir mekan. Ortamın havası olsun, konsept olsun, Jazz ile birleşince sizlere muhteşem bir zevk yaşatıyor. Jazz müziği sevin sevmeyin, bu deneyimi yaşamalısınız.
30 Ekim Cumartesi:
DEform-E 20.00
-Black music olarak adlandırılan müzik türünün Türkiye'deki en önemli temsilcilerinden olan DEform-E'nin DJ seti Black Music, Funk ve Northern Soul gibi müzik türlerinde gezinen müzikalitesi yüksek bir performans.
31 Ekim Pazar
"Morning Jazz Sessions" Jehan Barbur Quintet 14.00
Klavyede Evrim Tüzün, elektrogitarda Berkant Çelen, Davulda Onur Başkurt, basgitarda Murat Çopur ve vokalde Jehan Barbur'dan oluşan Jehan Barbur Quintet repertuarında Jazz standartları ve "chanson" lara yer veriyor. Jehan Barbur Quintet "Morning Jazz Sessions" kapsamında Tamirane'de.
27 Kasım Cumartesi
Jazznova
Yakında daha çok konser haberi ile burada olacağım
http://www.bilgimedya.org/
Bugünkü özellikle izleyicilerim olanlara gayet yakın gelecek bir konudur. Ama tabii ki blogumu okuyan ve Tamirane hakkında hiçbir bilgisi olmayan müzikseverleri de bilgisiz bırakacak değilim!
Tamirane dediğimiz mekan, Istanbul Haliç'te, santralistanbul'da bulunan bir cafe/restorant. Adını, santralistanbul'un eski Istanbul'un elektrik santrali olduğu zamanlarda "Tamirhane" olarak kullanıldığından dolayı almış. (evet yazılış olarak "tamirhane", yazım yanlışı yapmıyordum) mekanın adının Tamirane olması ise, (h harfinin düşmesi) sanırım bir konsept gereği.
Hele ki o Jazz Session'ları!
Tamirane, tarz olarak Jazz müziğin belki de tam oturduğu bir mekan. Ortamın havası olsun, konsept olsun, Jazz ile birleşince sizlere muhteşem bir zevk yaşatıyor. Jazz müziği sevin sevmeyin, bu deneyimi yaşamalısınız.
Öyleyse gelecek Tamirane programlarına bir göz atalım, ne dersiniz?
30 Ekim Cumartesi:
DEform-E 20.00
-Black music olarak adlandırılan müzik türünün Türkiye'deki en önemli temsilcilerinden olan DEform-E'nin DJ seti Black Music, Funk ve Northern Soul gibi müzik türlerinde gezinen müzikalitesi yüksek bir performans.
31 Ekim Pazar
"Morning Jazz Sessions" Jehan Barbur Quintet 14.00
Klavyede Evrim Tüzün, elektrogitarda Berkant Çelen, Davulda Onur Başkurt, basgitarda Murat Çopur ve vokalde Jehan Barbur'dan oluşan Jehan Barbur Quintet repertuarında Jazz standartları ve "chanson" lara yer veriyor. Jehan Barbur Quintet "Morning Jazz Sessions" kapsamında Tamirane'de.
27 Kasım Cumartesi
Jazznova
Yakında daha çok konser haberi ile burada olacağım
Müzikle kalın!
24 Ekim 2010 Pazar
Hastalık:(
15 Ekim 2010 Cuma
Epica
Blog meselesine artık gayet ısındım. Hiç yabancı bir şeymiş gibi gelmiyor. 3 hafta önce gerçekten tedirgin bir vaziyetteydim ama :)
Bugünün konusu belki bazılarınızın bildiği, belki bilmediği, belki müziklerini duyup isimlerini bilmediğiniz bir grup. Adları da Epica. Aslında her ne kadar "grup" desem de, grubun vokali Simone Simons'un tamamen ön planda olduğu bir proje Epica.
Blog konularımı seçerken her zaman ilginç ve insanların okumaktan zevk alabilecekleri konular araştırmaya çalışıyorum. Şu ana kadar sadece sanatçıları/grupları tanıtan bloglar açabilirdim ama sıkıcı olurdu. Bugün ise bir grup hakkında yazıyor olmam, bu girdinin sıkıcı olacağı anlamına asla gelmiyor.
Çünkü inceleyeceğimiz grup ve yaptıkları müzik tamamen sıra dışı, etkileyici ve bağımlılık yaratıcı .
Tabii ki her şarkısını beğenmeyebilirsiniz, çünkü aslında rock/metal müzik türü üzerine kurulu bir müzik anlayışları var.
Epica 2002 yılında kurulduğunda benzer müzik tarzını yapan Nightwish'e benzediği gerekçesiyle uzun zaman "Replica" (kopya) adıyla anıldı. Bu sert suçlamalar ve imalar grubun dinamiğinde hiçbir aksamaya yol açmadı ve grup hep daha iyi şeyler yaparak kendisini geliştirdi.
Vokal Simone Simons'un etkileyici sopranı vokali ve zaman zaman jazz müziğe kaçan vokal tarzları da albümlerindeki özgünlüğün en büyük sebeplerinden şüphesiz.
Grubun müziklerini dinlediğinizde gizemli korolar, orkestralar ve güçlü gitar riff'leri duyabilirsiniz. Ama özellikle dinlemeniz gereken şarkılar:
Feint
Phantom of the Agony
Chasing the Dragon(mutlaka)
Linger
Higher High
Safeguard to Paradise
Run for a Fall
Bu şarkıları dinledikten sonra ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
İyi haftasonları diliyorum!
Müzikle kalın!!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)