30 Eylül 2010 Perşembe

SANTRALİSTANBUL


Üniversitede ilk haftayı bitirmeye az kaldı. Şu 4 gündeki gördüklerim ve yaşadıklarım gerçekten heyecan verici. İyi ki hazırlık sınavını atlamışım diyorum kendi kendime gerçekten. Lisans programıma başlamış olmanın verdiği heyecan bambaşka! Bilgi Üniversitesinin atmosferi mi? O daha da bambaşka!
:)

Bugün bahsedeceğim konu, benim kampüsümün ta kendisi!!

Okuyucu: Onur sen müzikle ilgili bloglar hazırlamayacak mıydın, ne iş?

Onuruz: Hayır artık ben ve benim hakkımda yazılar olacak! Niahhahaha(şeytani gülüş)

Hayırr! sadece bir şakaydı! :) Bugün bahseceğim konu evet üniversite kampüsümün ta kendisi. Ama çok daha farklı bir yönden, müzik yönünden..;)

Bilmeyenleriniz için santralistanbul kavramını daha da açayım. Santralistanbul eyüp'te halicin tam bitiminde yer alan bir ilim-kültür yuvası. Bilgi üniversitesinin kampüsü olmakla beraber Istanbul'da düzenlenen çoğu kültürel faaliyetin de yuvası. Istanbul'ın ilk elektrik santrali olma özelliği ile de tarihi bir cennet. Büyük ve mimari açıdan sizi yıllar öncesinin muhteşem yapısına götürecek eski yapılar, Santralistanbul'un mimarlarından Emre Erolat tarafından "Üzerlerindeki tozları bile bırakacak şekilde restore ettik" şeklinde tanımlanıyor.

118 dönümlük yemyeşil bir araziye yayılan santralistanbul, dediğim gibi birçok sanatsal faaliyete de ev sahipliği yapıyor, mesela konserler!

Santralistanbul'da herhangi bir konsere gelmediyseniz kesinlikle çok şey kaçırırsınız demektir. Açık havada dev sahnelerde ışık oyunlarıyla süslenmiş dev sanatçıların konserlerinin yanı sıra, özellikle Jazz hayranlarını tam anlamıyla tatmin edecek konserler sizleri santral Tamirane ve Otto adlı 2 şahane resturantta bekliyorlar!

Eğer santrale henüz daha hiç uğramadıysanız bundan sonra takip edeceğiniz yerler arasına alın santrali! Çünkü yeni sezon konserlerini kaçırmanızı tavsiye etmem! Gelmişken de Otto'da güzel bir yemek yemeyi ihmal etmeyin!

Müzikle kalın!!


http://www.bilgimedya.org/

29 Eylül 2010 Çarşamba

Yozlaşma mı yoksa gerekli bir değişim mi?

İkinci blogumla karşınızdayım.Havada ne olacağı belirsiz bir atmosfer var ve bugün kendimi biraz enerjim düşmüş gibi hissediyorum, nedendir bilmiyorum.Hepimize olur ya hani bazı günler "bunu yapmaya hiç niyetim yok" deriz, aslında o gün deliler gibi işimiz olmasına rağmen oflayıp puflayıp yerimizden kalkar sıkılmış bakışlarımızın bizi ele vermemesi için sahte tebessümlerle etrafa gülücükler saçarız. Neden bu kadar uzattın onuruz? desene "ben üşengecim" diye! Hayır değilim, sadece bugün sanırım dün yaşadığım güzel anıların etkisinde olduğumdan küçük bir bocalama yaşıyorum. Okulumda ilk haftanın vermiş olduğu haz ve heyecan hala yerli yerinde. Her gün yeni bir şey keşfediyorum.4 sene boyunca her gün aynı heyecanı yaşayacakmışım gibi geliyor. Sevdiğim bölümdeyim, sevdiğim ortamdayım, sevdiğim hocalarlayım! Daha ne isteyebilirim ki?

Ufak çaplı bir kişisel konuşmadan sonra temasal blogumuzun bugünkü inceleme alanına bir girelim isterseniz. Şayet uzun zamandır araştırdığım bir konu olması bunu sizlerle paylaşacak olmanın verdiği heyecanı kat kat arttırıyor. :)

Evet sayın onuruzmusicblog okuyucuları, bugünkü konumuz müzikte yozlaşma olarak tanımladığımız olgular acaba popüler kültürün gerektirdiği "gerekli" bir şey mi? (bazılarınızın sinir katsayısının arttığını ve hemen "sen ne diyorsun ya!" dediğini biliyorum, sakin olun konumuz fazlasıyla nesnel)

7 sene boyunca klasik piyano eğitimi almış bir insan olarak "müzik" olarak nitelendirdiğim çoğu şey birkaç sene öncesine daha "klasik müzik" idi. Ta ki kendi bestelerimi yapana, ve zincirlerimi kırarak daha farklı türler dinleyene kadar. Klasik müzik dışında ikinci kez bağlandığım müzik türü "senfonik metal" adlı bir türdü. Güçlü gitar soloları arasından yükselen korolar ve dev orkestraların varlığı, heyecan verici bir müzik türü ortaya çıkarmıştı. O gün karar vermiştim: "ben bu müzik türünü icra edeceğim" sonra aradan 1 sene geçti, yaptığım tüm besteler sözsüz, enstrumental parçalardı. Acaba yazabilir miyim diye kendimi denediğimde, kendimi gayet de hoş kafiyelerle süslenmiş kulağa güzel gelen şarkı sözleri yazarken buldum. İşte o an müzik zevkimin çok daha geniş bir yelpazeye yayıldığı andı. Artık her müziği dinliyor ve beste yaparken daha da özgürleşiyordum.Bunu piyano hocama anlattığımda bir an piyanoyu başımda parçalayacak sanmıştım, o derece sinirlenmişti. Bilirsiniz piyano hocaları biraz otoriterdir, hele yaşları da varsa...

Kendimden verdiğim bu örnek, aslında bu blogda tanımlamak istediğim iletinin ta kendisi. Toplumlarda da, aynı şekilde bir müzik zevki değişimi söz konusu. Dürüstçe söyleyebilirim ki zamanında pop ile işi olmayan ben, şu an gayet de eğlenerek Lady Gaga dinliyorum. :)

İşte tam burada şu soru aklımıza takılıyor. "Müziğin bu zaman içindeki değişimi, ileride müziği yok edebilir mi? Bu bir yozlaşma mı yoksa olması gereken bir kural mı?"

Bu soruda sadece 1 şeye kesin cevap verebilirim ki, dünyanın sonuna kadar asla müzik yok olmaz. Emin konuşmayı sevmeyen bir insan olarak bu konuda gerçekten eminim. Çünkü müzik heryerde! telefonunuz çalarken duyduğunuz seste, arkadaşınızın sıkıldığında mırıldandığı melodide, hatta doğada!

Telefonla birini ararken duyduğunuz "dııııtt" sesinin aslında notalardan "LA" sesi olduğunu biliyor muydunuz? Hatta piyanistlerin telefondaki bu çevirme sesini dinleyerek piyanolarındaki "LA" sesinin akordunun bozuk olup olmadığını bu sayede anladıklarını? :)

Müzik sürekli bir evrimin kaçınılmaz olduğu bir sanat dalıdır. Her an her dakika bu yaşanmaktadır. Çünkü dünya değişiyor, insanlar değişiyor, alışkanlıklar değişiyor...

Bilindik bir sözle yazımı bitiyor, ve yorumu sizlere bırakıyorum..

"Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.."
                                                             Herakleitos

        http://www.bilgimedya.org/

28 Eylül 2010 Salı

Onuruz blog nedir?

Selamlar herkese! Bloglarla çok alakalı olmayan bir insan olarak şuan bu blogumu güzel üniversitemin güzel kütüphanesinde açıyor olmanın verdiği haz ve sevinç ile sizleri selamlıyorum.:)
Bu blogun temel açılma sebebi benim bilgimedya.org ile yürüteceğim ortak blog çalışmasıdır. Bu vesile ile olabildiğince sık aralıklarla sizlere yazmaya devam edeceğim. Bu ilk günde öncelikle sizlere kendimden bahsetmek istiyorum.

Blogun linkinden de anlaşılacağı üzere blog çoğunlukla müzik ve müzikal konular içeren yazılara dayalı olacak. Sanat dalları içerisinde bence en fazla kolu olabn müziğin sihirli dünyasını elimden gelebildiğince sizlere yansıtmaya çalışacağım. Her türlü müzik konusunu işlemekle beraber bazen müzikle birlikte başka konulara da değineceğim ama tabii ki ana amacımdan sapmadan. Bunlar film müzikleri olabilir veya medya ve müzik ilişkisi üzerine kurulu olabilir.

Medya eğitimime başladığım şu ilk günlerde, çoğu gazeteci de artık kendi bloglarına sahip, belki kendi alanlarında özgürce söyleyemediklerini bu bloglar aracılığı iler dile getiriyorlar. İşte tam bu noktada şunun da altını çizmek isterim ki bu blogda da özgür düşüncelerimi paylaşacağım. Bir medyacı adayı olarak bu blog sayfamı, staj çalışmalarımdan ilki olarak değerlendiriyorum..

Blog kavramı üzerinde yoğunlaşınca kendimden bahsetmeyi unuttum. Adım Onur, Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri bölümü 1. sınıf öğrencisiyim. İdeallerime sadık, çoğunlukla geleceğe odaklanmış biriyim(çoğu anlamda negatif etkisi var bu durumun:)) 7 senedir piyano çalıyorum ve son 2 senedir de şan eğitimi alıyorum. Müziği tam anlamıyla ruhun gıdası olarak gören bir insanım bu yüzden zamanımın çoğunu piyanoda besteler yaparak, müzik gündemini takip ederek ve medya ile ilgili çalışmalarımı sürdürerek devam ettiriyorum. Aslında günümüzde internetin hayatımızda ele geçirmiş olduğu yere bakarsak, medyanın ve iletişimin hayatımızın kaçınılmaz bir gerçeği olduğunu görürüz.

Lafı fazla uzattım sanırım ama giriş konuşmaları her zaman uzundur bilirsiniz.. :) bundan sonra çoğu zaman beraberiz.Müzikle kalın.. :)