22 Kasım 2010 Pazartesi

Burlesque Geliyor!

Herkese yeniden merhabalar!

Tatil sonrası okul,iş bizi biraz yorsa da bence çoğu kişi artık ait olduğu tempoya geri döndü. Bir bakıma iyi bir bakıma kötü.

Bugün müzikal ve dans tutkunları için harika bir haberim var. Aslında müzikal veya dans tutkunu olmasanız da, gerçekten ilginizi çekecek bir haberim var bence.

Uzun zamandır gelmesini beklediğim müzikal, beyazperdede seyircisine yarın (23 kasım 2010) kavuşuyor(Amerika için): Burlesque!

Uzun zamandır fragmanlarını ve müziklerini incelediğim Burlesque her ne kadar çoğu müzikalin sahip olduğu "klişe" diye nitelendirebileceğimiz bir konuya sahip olsa da, başrolde öyle bir isim var ki, sadece onun sesini ve danslarını izlemek için o film izlenir;

Christina Aguilera!

Döneminin en güçlü ve orjinal sesi olan, çığlıkları ve dolgun jazz gırtlağı ile beni ilk dinlediğim anda kendisine hayran bıraktıran bir isimdir Christina, ve şimdiden onun sinemalarda sesiyle insanları nasıl büyüleyebileceğini tahmin edebiliyorum!

Christina'nın filmdeki ismine de dikkat çekmek isterim çünkü biz Türkler için gayet garip bir isim. Güzelim kızcağızın ismi Ali. :) Evet evet, aynen Ali.


Ama tabii ingilizcede bu "eyli" şeklinde şirin bir telafuzla karşımıza çıkacak, çok şükür. :) Filmin fragmanlarından ve internete düşen spoiler'larına göre konu şöyle gelişiyor:


Ali Rose, küçük bir kasabada yaşamakta olan ve hayallerini gerçekleştirmek üzere Los Angelas'a giden bir genç kız. Sahip olduğu güçlü sesi artık insanlara duyurmak için son çarenin, ona umut kapılarını açabilecek bir yer olan Los Angelas'a gitmek olduğunu düşünüyor. Aynı zamanda geçmişini de ardında bırakıp kendisine yeni bir sayfa açmak istemektedir. Los Angelas'ta oranın önemli kulüplerinden Burlesque Lounge'da garsonluk yapmaya başlar ancak Burlesque, hayallerin dahi sınırlarını zorlayacak bir biçimde renkli ve olağanüstü bir dünyadır. Ali, o sahnede olmanın heyecanı ve umuduyla daha da hırslanır. O an mali ve kişisel problemlerle çalkalanan klüpte, işletmeciliği yürüten Tess bir çıkış yolu aramaktadır. Tess klüp için de iyi olacağını düşündüğünden Ali'ye destek olur.
Ali sesi ile herkesi büyülemiştir, bir anda hem kendisi hem de klüp gözde bir hal alır. Elbette bu kıskançlık ve rekabeti de beraberinde getirecektir.

Tüm bu özellikleriyle "Make It Happen" filmi ile benzediğini düşünebilirsiniz. Kesinlikle haklısınız! Hatta neredeyse aynı filmin farklı oyuncularının oluşturduğu versiyonu. Buradan biraz puanı düşse de, daha iyi bir konu düşünemediğimden bu kusuru yok sayabiliriz. Öte yandan, az önce dediğim gibi filmde Christina Aguilera var! :)

Filmin Türkiye'de gösterime gireceği tarih ise 7 Ocak 2011. O zaman sabırla bekliyoruz efendim!

Müzikle kalın :)

http://www.bilgimedya.org/

21 Kasım 2010 Pazar

BilGlee Performers Geliyor!

Herkese selam!

Bayram tatili bitti, pazar gününün de sonlarına geldiğimiz şu dakikalarda pazartesi sendromunun en üst seviyesinde yer alıyoruz çoğumuz heralde. Benim tek derdim, sabah erken kalkma olayında. Yoksa okulla hiçbir derdim yok çok şükür, de işte şu sabah kalkmak olayı -pardon kalkamamak- olayı olmasa.. :)

Umarım herkes sevdikleriyle mutlu ya da yalnız(benim gibi) kafasını dinleyecek bir bayram geçirmiştir. Aile fertlerimin her biri bayramda şehir dışına çıktıklarındani tüm bayram yalnızdım. Kafamı dinledm biraz :)

Bakın sizlere ne diyeceğim!

Bu hafta önemli bir hafta. Bu hafta Bilgi Üniversitesi Müzikal kulübü çalışmalarına başlıyor. Profosyonel olarak provalar başlanacak ve rol dağılımı yapılacak. Bu hafta ben de orada olacağım! Küçüklüğümden beri hayalini kurduğum bir müzikalde yer alabilme hayalim sanırım gerçek olmak üzere!

Bu hafta güzel haberlerle gelirim inşallah!

Müzikle kalın!

http://www.bilgimedya.org/

11 Kasım 2010 Perşembe

ONURUZ Virgin Studyolarındaydı!

Dün akşam hayatım boyunca unutamayacağın bir deneyim yaşadım! ve şu an sizlere anlatırken bile aynı heyecanı taptaze içimde hissediyorum!

Dün, okul çıkışı eve geldiğimde akşama kadar bitmek bilmeyecek bir heyeca ve hazırlığın içindeydim. Niye mi? NTV'ye gidecektim de ondan! Annemin NTV'de çalışan bir arkadaşının destekleri ile kazandığım bu fırsatı değerlendirmek için sabırsızlanıyordum. En yakın arkadaşlarımdan sevgili Öykü de oradaydı, o da annemin arkadaşının kızıydı dostlar,eşler hep beraber gerçekten mutlu bir tablo gibiydik:)

İlk durağım, NTV'nin maslaktaki ana binasıydı. İçeri girdiğim anda etrafı saran "medya" atmosferinden büyülenmemek imkansızdı. Bir medya&iletişim sistemleri öğrencisi olarak okulumun beni hazırladığı yerleri görmek, o insanların, o simaların içinde bulunmak bana bir medyacı olmanın nasıl güzel bir duygu olduğunu yaşattı. Ve yaptığım seçimden bir kez daha mutluluk ve gurur duymamı sağladı.

Şimdi sıkı durun..

Konuk odasında beklerken, ve muhabbet ederken kapının önünden bir hanım geçti ve arkadaşım Öykü büyük bir soğuk kanlılıkla "Burcu Esmersoy" dedi. Benim beynime kan gitmemeye, sıcak basmaya falan başladı. Hemen yanında ise Emre Kongar vardı. Beraber yürüyorlardı ve gerçekten komik muhabbetler yapıyorlardı. Hep televizyon karşısında görmeye alışık olduğumuz simaların, iş yaşantılarındaki bu samimi ve sıcak tavırları benim gerçekten çok ilgimi çekti. Sonra durup düşündüm, burada çalışmak ne muhteşem bir şey olmalıydı!

Kısa bir süre sonra da korktuğum mu diyeyim, yoksa dilediğim mi diyeyim başıma geldi!

Burcu Esmersoy, kapıdan içeri girdi ve bize merhaba dedi.

O sırada telefonla konuştuğum arkadaşımın yüzüne kapamam ile yaptığım ayıbı hala unutamıyorum ama ne yapalım oldu bir kere :)

Burcu Esmersoy ile tanıştıktan sonra Emre Kongar'ın odasına girme şansı elde ettim. Taktığı fularıyla, diksiyonu ve samimiyeti ile beni şaşırtmıştı. Elimi sıkarken büyük bir samimiyetle sıktı ve benimle gerçekten fazlasıyla ilgilendi. Ben ise sanırım bir kasıntı şeklinde Emre Kongar'ın karşısında duruyordum :)

Emre Kongar'la yaptığım sohpetten sonra NTV'yi gezmeye devam ettim. Haber studyolarının yapıldığı yerleri gezdikten hemen sonra, "mutfağa" girdik. Hayır! öyle mutfak değil :) her şeyin, her haberin kalbi olan kocaman bir çalışma odasına.

Karşımda bana gülümseyen tanıdık bir simanın, Can Dündar olduğunu anlayana kadar her şey sakin gidiyordu :)

Oradan da çıkınca işte gecenin sürprizi olan "Virgin Studios"a girdim. Medya okumamın en büyük amacı olarak nitelendirebileceğim Radyo ve seslendirme dünyasını daha yakından tanıma şansını buldum. Öncelikle dublaj studyolarını gezdim. Ardından virgin studios'a girdiğimde, kendimi VJ koltuğunda buldum. ONURUZ konuk olmuştu! olaylar ise tesadüf eseri benim müzikle ilgili olduğumun ortaya çıkması ile oluşmuştu.

Hani derler ya, hayat bazen insanlara beklenmedik olaylar yaşatır. Aynen öyle bir geceydi dün gece. Bol sürprizli bir geceydi.

Tüm bu sürprizlerden sonra NTV'nin Doğuş Power Center'daki merkezini de gezdim. Orası da daha ayrı bir harikaydı :)

Bundan sonra benden gelecek sürprizlere hazırlıklı olmanızı öneririm. :) Bu sadece başlangıçtı;)

http://www.bilgimedya.org/

5 Kasım 2010 Cuma

Canım Sıkılınca John Williams Dinlerim Ben :)

Herkese selamlar!

Öncelikle herkese, vize haftalarında başarılar diliyorum, dilerim her şey istediğiniz gibi olur :)

Bugün bahsedeceğim konu, küçüklükten beri kendisine tam bir hayranlık duyduğum bir müzisyen ile ilgili: John Williams. İsmini duyanlarınız John Williams'ın imza attığı muhteşem projeleri bilirler. Bilmeyenler için ise hemen küçük bir ipucu: İmperial March ya da genel olarak şöyle diyelim: Star Wars müzikleri.

Star Wars ile büyümüş biri olarak, Star wars'un müzikleri benim için bambaşkadır. Başka hiçbir filmde, bu kadar tema ile özdeşleşen ve adeta ait olduğu film için bu derece yaratılmış olduğu belli olan başka müzik görmedim ben. Çok büyük bir film müziği arşivim olmasına ve film müziklerine hayran olsam da, Star Wars müzikleri benim için hep apayrıdır. Onlar, film müzikleri değil, başlı başına filmin ta kendisi gibi gelir bana.

Star Wars'un özellikle son çekilen üçlemesinde (1999-2002-2005) kullanılan John Williams bestelerinin dahiyane özellikleri asla kulaktan kaçmıyor. Hele ki üçlemenin son bölümü olan Revenge of the Sith bölümündeki o karanlık ve acı dolu müzikler, ayakta alkışlanası türden.

Revenge of the Sith bölümü, Star Wars'un tartışılmaz en karanlık ve hüzünlü bölümü. Bölümde hepinizin bildiği Darth Vader'ın kesin dönüşümü tamamlanmakta ve tüm galaksiyi korkunç bir karanlık kaplamaktadır. Böyle bir film için John Williams'tan "karanlık temalı" bir soundtrack yapması istenmiş. Kendisi ise müziğin "karanlık" yanının olmadığını, sadece hüzünü yansıtabileceğini ama diplerdeki umudun hep kalacağını vurgulamıştır. Belki de Star Wars müzikleri için geçerlidir bu.

Demek istediğim şudur ki, bir besteci düşünün, yarattığı her eserin ayrı bir hikayesi, her notanın ayrı bir duygusu olsun. Notasyona dökülen bestelerin kendi içlerinde çatışmaları, üzüntüleri, kahkahaları hatta şakalaşmaları olsun. Sanki gerçekten bir "bireymiş" gibi, sanki gerçekten birer "canlılarmış" gibi. İşte John Williams besteleri öyle besteler. Hepsinin hikayesinin ayrı olmasının yanı sıra, hepsinin sanki kendilerine ait bir yaşantıları var. Yıllar sonra dinlenilse bile hep o aynı duyguyu verirler.

Revenge of the Sith soundtrack'ini bir dinleyin. Biraz zaman ayırın ve dinleyin. Pişman olmazsınız :)

not: Schindler's List soundtrack'ini de unutmamak lazım :)

müzikle kalın :)

http://www.bilgimedya.org/

4 Kasım 2010 Perşembe

Uygulanması Gereken Bir Liste :)

Bugün mailime çok hoş bir liste geldi. Bazı maddeleri yapmamız zor gibi görünse de, bazılarını yapmak hem gündelik huzurumuzu hem de uzun vadedeki yaşantımızda bizi huzura, mutluluğa kavuştururn kesinlikle.

Okuduğunuzda siz de farkına varacaksınız ki, çoğunu yapmıyoruz ama yapsak gerçek hoş olur :)

not: * olanlar benim en beğendiklerimdir.


1. Vücudunuza dar gelen kıyafet giymeyin.
2. İlaçla yaşamaktan kaçının.
3. Randevularınızı önceden ayarlayın.
4. Hafızanıza güvenmeyin; mutlaka yazın.
5. Aracınızı, bozulmadan servise götürüp bakım yaptırın.
6. Her kilidin yedek anahtarını yaptırın ve belli yerlerde bulundurun.
7. Daha sık 'hayır' deyin.*
8. Yapacaklarınızı öncelik sırasına sokun.
9. Zamanınızı israf etmeyin.
10. Öğle ve akşam yemeklerini basitleştirin.
11. Kötümser insanlardan uzak durun.*
12. Önemli evrakın birden fazla fotokopisini çektirin.
13. Evde çalışmayan ne varsa tamir ettirin.
14. Yapmaktan hoşlanmadığınız işler için yardım isteyin.
15. İhtiyaçlarınızı önceden belirleyin.
16. Bir defada yapılması zor büyük işleri, küçük parçalara ayırın.
17. Etrafı toplayın, dağınıklıktan kurtulun.
18. Gülümseyin.*
19. Bebekleri gıdıklayın. Kahkahalarını dinleyin.
20. Dost bir kediyi veya köpeği okşayın.*
21. Kendinizi, bütün soruların cevabını bilmekle yükümlü hissetmeyin. Bazı şeyleri de bilmeyin.
22. Karşılaştığınız insanlara, onların hoşuna gidecek bir şey söyleyin.
23. Yağmur yağmasını isteyin; yağınca yağmurda yürüyün.
24. Arada bir çarşı hamamına gidin.
25. Kendi kendinize, nerede eski günler, her şey daha güzeldi demekten vazgeçin.
26. Verdiğiniz kararın ne anlama geldiğini iyi düşünün.
27. Kendinize güvenin.*
28. Nüktedan olun.
29. Sizi mutlu edecek bir şey yapmayı yarına bırakmayın.
30. Hiç tanımadığınız insanlara yürekten bir merhaba deyin.*
31. Eski bir arkadaşlarınızla karşılaşınca ona sıkıca bir sarılın.
32. Hava açıksa, gece yıldızları seyredin.
33. Bir şarkıyı ıslıkla çalmayı öğrenin.*
34. Arada bir şiir okuyun.*
35. Kendinize bir demet çiçek alın. Bir çiçek koklayın.
36. Yardım istemekten çekinmeyin; alamazsanız üzülmeyin.
37. Görünüşünüze özen gösterin.
38. Her şeyi kararında yapın; israfa kaçmayın.
39. Nerede gerekiyorsa, orada mutlaka gerekli emniyet tedbirini alın.
40. Daima daha iyisini yapmaya çalışın, ama mükemmeliyetçi olmayın.
41. Resim ve heykel sergilerini gezin.
42. Ayakkabınızı boyatın.
43. Berbere gidin.
44. Kendi kendinize bir şarkı mırıldanın.*
45. İyi bir müzik dinleyicisi olun.*
46. Kendi kendinize yetmeyi öğrenin.
47. Her gün biraz idman yapın; her fırsatta yürüyün.
48. Dünyanın en yetenekli insanı olmadığınızı kabul edin gerekiyorsa elimden ancak bu kadar geliyor deyin.
49. Yeni moda birkaç şarkıların sözlerini ezberleyin.*
50. İşe erken gidin.
51. İşe her gün aynı yoldan gitmeyin.
52. Amirinizden izin alıp bazen işten erken çıkın.
53. Kırlarda dolaşın.
54. Maça gidip bağırın.*
55. Başkaları dilemeden, siz onlara iyi günler dileyin.
56. Teşekkür edin.*
57. Arabanıza güzel koku yayan bir alet koyun.
58. Evde kendi kendinize yemek pişirin, güzel bir sofra kurun,sonra da afiyetle yiyin.
59. Başkalarını adam etmekten vazgeçin.
60. Severken karşılık beklemeyin.*
61. Sinemada film seyrederken patlamış mısır atıştırın.
62. Bir ağaç, olmazsa bir çiçek dikin.
63. Şişmanlamayın.
64. Hatıra defteri tutun.
65. Bir tuvalet temizleyin.
66. Kağıttan bir uçak yapıp uçurun.
67. Bir derneğe veya kulübe girin, arkadaş edinin,toplantılara katılın..
68. Mutlaka yeterince uyuyun.
69. Az konuşun, çok dinleyin.
70. İş arkadaşlarınıza ve dostlarınıza iltifatı esirgemeyin.
71. Bir güne yapılacak çok şey tıkıştırmayın.
72. Acelesiz yaşayın; daha önünüzde yaşanacak çok güzel günler var.
73. Stresli davranmak, doğuştan gelen değil, sonradan kazanılan kötü bir huydur; bunu unutmayın.
74. Son söz: Öfkeyi, kendinize zevk edinmeyin.*

Radyo Vesaire Test Yayınında!

İstanbul Bilgi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Müzik bölümü ve İletişim Fakültesi Medya ve İletişim Sistemleri bölümünün iş birliği ile çalışmalarına başlanan Radyo Vesaire test yayınında ve bilgimedya.org'dan şu an ulaşılabilir durumda.Az önce Andrea Bocelli'nin Sancta Aria'sı çalıyordu. Aynı zamanda Forumumuz da yolda, kısa testlerin ardından hep beraber, aktif bir şekilde forumumuzda paylaşımlar yapmak, radyo'da da biraz kafa dağıtmak ve müziğe kendimizi vermek dileği ile :)

müzikle kalın :)


http://radyovesaire.bilgimedya.org/

3 Kasım 2010 Çarşamba

Düşe Düşe "Kalkmayı", Yenile Yenile "Yenmeyi" Öğrenmek

Bırakın bu gece, biraz serbest atış yapalım.. müzik her zaman hayatımızda. Peki ya kendi müzikalimiz? "Hakkımda" bölümünde kendimle ilgili yazdığım yazıyı, 3 sene önceki günlüklerimi karıştırırken bunalım dönemlerime ait sayfaların birinde buldum, şaşırdım. Günlük deyince biraz şaşırdınız evet, genelde bir erkekten "günlük" tutma gibi bir durum alışılmışın dışındadır, benim günlükten kastım da zaten alışılmışın baya bir dışı. Öyle ki, tam 6 senedir başımdan ne geçiyorsa sanki başka biriymişim gibi, sanki bir film senaryosuymuş gibi hep yazarım ben. Herkesin başka bir adı vardır benim bu yazılarımda. Kendi adım da Onur değildir, eğer şu an bunu okuyan sizler: benimle bir şekilde konuşmuş ya da bir şekilde iletişime geçmişseniz siz de bu minik filmime konuk olmuşsunuzdur demektir. Sayamadığım kadar çok isim ve bir o kadar da hikayeleri birleştirdiğim, aslında kendi kendime yarattığım kendi hayatımın bir müzikaliydi bu.
Bu günlük meselesini açıklamadan duramazdım. :) Bugünkü serbest atışımız aslında bir nevi dertleşmek gibi. Tam 1 hafta önce kendimden bile beklemediğim bir şekilde çok önemli bir girişimcilik yaptım. Bir nevi "staj" başvurusu gibi nitelendirebiliriz bunu. Tek başıma, Istanbul'un hiç bilmediğim yerlerinde adres peşinde koşarken, ne kadar yorulursam yorulayayım, adresin yazılı olduğu kağıt elimden rüzgar yüzünden uçsa da, yağmurdan dolayı sırılsıklam olsam da, yokuş aşağı inerken düşüp üstüm başım çamur içinde olsa da, insanın hedeflerinin peşinden koşması, ne kadar da güzel bir şeymiş! Hayatı anlamlı kılan belki de bu sonu gelmeyen koşuşturmacalar..

Geçen hafta başıma gelen onca aksilikten sonra sadece bir kereliğine geri dönmeyi düşündüm. Önümdeki taksiye atlayıp evime dönmeyi düşündüm. Zaten sırılsıklam olmuştum. Tam o sırada yaşlı bir teyze geldi yanıma, boyu da ufacıktı. Kırışmış gözleri ile bana bakarken hafif bir tebessüm de ediyordu, elinde sattığı şemsiyelerden verdi bana, "al oğlum ıslanma" dedi bana. Aldım şemsiyeyi.

Sonra daha yanıma geldi ve aynen şunları dedi:

"İstediğin her şey olacak, merak etme"

Evet! kesinlikle uydurmuyorum! uydurmayı isterdim ancak gerçekleri anlatıyorum. Bu duruma tesadüf diyemem, çünkü değil. Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığı inancım, o gün daha da temellenmişti içimde.

İnsan düşe düşe kalkmayı öğrenir derler, eskiden "hadi be!" derdim içimden. Meğerse ki ne kadar doğruymuş! İnsan kalkabilmeyi ancak düştüğü yerden yapabiliyormuş, düşmeden, ayağa kalkılamıyormuş.

Aynı şekilde hayatta yenmek için de, yenilmeyi, hatta defalarca yenilmeyi tatmak gerekiyormuş. 1 defa yenmek için bazen 1000 defa yenilmek gerekiyormuş. E tabii, son gülen de çok iyi gülüyormuş. :)

1 hafta önce bugün, bütün kötü giden şeylere rağmen inat edip istediğimi yaptığımı fark ettiğimde anladım ki, işte o gün "günün galibi" olmuştum.

Hayat daha da anlam kazandı gözümde, belki hayat hakkında konuşmak için daha çok erken evet, ama geç olmasından iyidir...

Bu küçük paylaşımımı, zamanı gelince daha üstü açık bir şekilde yazacağım. O yüzden kapalı üslubum için özür diliyorum :) arada böyle küçük dertleşmelerin, iyi geleceği kanısındayım. Bana fikirlerinizi belirtin :)

Müzikle kalın ;)

Cennetten Gelen Bir Ses: Sissel

Herkese merhaba!

Yoğun ve bir o kadar da eğlenceli geçen bir haftanın ardından, bir takım hoş şeylerin beyleyişindeyim. Biliyorum çok kapalı oldu ama dilediğim şeyler gerçekleşirse ilk burada yazacağım. Blog konusunda çok farklı kişilerden farklı tepkiler alıyorum ve bu beni gerçekten çok mutlu ediyor. Şunu itiraf etmeliyim ki blog yazmak benim için de harika bir deneyim haline geldi. Yazmayı ve paylaşmayı seven biri olarak kendime "neden daha önce başlamadın şu blog'a" diye kızdığım bile oldu :)

Bugün sizlere ismi çok fazla bilinmeyen, ama sesi ile gerçekten büyüleyici bir müzisyen olan Sissel'i, tam adıyla Sissel Kyrkjebø'dan bahsedeceğim.

Sissel'i farklı kılan kesinlikle ses tonu ve rengi. Norveçli bu hanım, Pop-Jazz bazen rock ve çoğunlukla soprano türünde söylediğinden klasik elementler içeren bir müziğe sahip. Bu tür müzikal kombinasyonların benim gibi hastasıysanız, kesinlikle Sissel'i seveceksiniz.

Sissel'i aslında ilk olarak keşfettiğim an, geçen sene uzun zaman sonra barıştığım bir dostumla yaşadıklarımın etkisiyle, "şu an ruh halime uygun bir müzik bulmalıyım" şeklinde youtube'da müzikler dinlerken gerçekleşmişti. İlk olarak dinlediğim "Weightless" şarkısı, o an yaşadığım mutluluğu kat ve kat çoğaltmıştı.

Sesi ilk başlarda Enya'yı anımsatsa da, Enya'dan çok daha geniş bir perdede sesi olduğu ve dolayısıyla da daha güçlü bir sesi olduğu kesin.

Ama asıl ona duyduğum hayranlık, "Should it matter" adlı parçasıyla olmuştu. Bir kere dinleyin, ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız.

Uzun biyografiler yazmayı sevmediğimi biliyorsunuz, sadece Sissel'e bir göz atın, beğeneceğinize eminim.

Müzikle kalın!

http://www.bilgimedya.org/