28 Ekim 2010 Perşembe

Öyle Bir Geçer Zaman Ki

Herkese selamlar!

İstanbul'un yağışa teslim olduğu şu günlerde herkes evine kapanmış bir vaziyette kendilerine yapacak bir meşgale arıyorlar, aynen benim gibi :) tabii evde oturma gibi bir şansı olmayan kişiler(çalışanlar vs.) için bu İstanbul günü, gerçekten zordu. Ama yarın bayram! Herkesin bol bol dinleneceği zamanı olacaktır eminim.

Hepimizin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun Efendim!

Uzunca bir blog yazmıştım az önce, hepsini sildim. Konu ise dizi müzikleriydi. Film müziklerine olan merakım beraberinde dizi müziklerini de getirdi. Dizi fazla izlemem ama hepsinin jenerik müziklerine hep dikkat etmişimdir. Türkiye'de giderek büyüyen bir olgu olan televizyon dizilerinin müziklerini incelemek, hem üniversitede seçtiğim bölümle(medya) hem de müzik ilgimle alakalı olduğundan benim için vazgeçilmez bir uğraş. Türk dizileri içinde bugüne kadar çok başarılı müzikler duydum.

Ama bir tanesi beni büyüledi...

Öyle Bir Geçer Zaman Ki adlı dizinin jenerik müziğini ilk dinlediğim anda, sanki bir sinema filmi başlıyormuşçasına insanın içine içine işleyen bir müzik ile karşılaştım. Nail Yurtsever ve Cem Tuncer'in imzalarının olduğu bu jenerik, benim arşivimde şimdilik 1. numara olarak yerini almış olarak bulunmaktadır.

Dinlemeyenleriniz veya dikkat etmeyenleriniz için:

25 Ekim 2010 Pazartesi

Tamirane'de Jazz Keyfi!

Herkese merhabalar!

Yoğun ve hastalıklı geçen son 1 haftanın ardından blogumu ne kadar özlediğimi fark ettim. Allah kimsenin başına faranjit gibi bir dert vermesin. Gripten kötü valla :) hele bir de sesinizi kullanıyorsanız :( (şarkı söylerken sesimi kayda alsaydım muhtemelen müzik hayatım biterdi.)

Bugünkü özellikle izleyicilerim olanlara gayet yakın gelecek bir konudur. Ama tabii ki blogumu okuyan ve Tamirane hakkında hiçbir bilgisi olmayan müzikseverleri de bilgisiz bırakacak değilim!

Öncelikle isterseniz şu Tamirane nedir açıklayalım:

Tamirane dediğimiz mekan, Istanbul Haliç'te, santralistanbul'da bulunan bir cafe/restorant. Adını, santralistanbul'un eski Istanbul'un elektrik santrali olduğu zamanlarda "Tamirhane" olarak kullanıldığından dolayı almış. (evet yazılış olarak "tamirhane", yazım yanlışı yapmıyordum) mekanın adının Tamirane olması ise, (h harfinin düşmesi) sanırım bir konsept gereği.

Santralistanbul'u bilmeyenler için açıklayayım ki, buradaki her bir tarihi anı muhteşem bir koruma ve özen altında. Durum böyle de olunca Tamirane'den içeri girince karşılaştığınız konsept sizi etkilemeyecek gibi değil!

Hele ki o Jazz Session'ları!

Tamirane, tarz olarak Jazz müziğin belki de tam oturduğu bir mekan. Ortamın havası olsun, konsept olsun, Jazz ile birleşince sizlere muhteşem bir zevk yaşatıyor. Jazz müziği sevin sevmeyin, bu deneyimi yaşamalısınız.

Öyleyse gelecek Tamirane programlarına bir göz atalım, ne dersiniz?

30 Ekim Cumartesi:

DEform-E   20.00

-Black music olarak adlandırılan müzik türünün Türkiye'deki en önemli temsilcilerinden olan DEform-E'nin DJ seti Black Music, Funk ve Northern Soul gibi müzik türlerinde gezinen müzikalitesi yüksek bir performans.

31 Ekim Pazar

"Morning Jazz Sessions" Jehan Barbur Quintet    14.00

Klavyede Evrim Tüzün, elektrogitarda Berkant Çelen, Davulda Onur Başkurt, basgitarda Murat Çopur ve vokalde Jehan Barbur'dan oluşan Jehan Barbur Quintet repertuarında Jazz standartları ve "chanson" lara yer veriyor. Jehan Barbur Quintet "Morning Jazz Sessions" kapsamında Tamirane'de.

27 Kasım Cumartesi

Jazznova



Yakında daha çok konser haberi ile burada olacağım

Müzikle kalın!


http://www.bilgimedya.org/

24 Ekim 2010 Pazar

Hastalık:(

Malesef hastalandım:( grip beni de vurdu! Her sabah pekmezler içen, vitaminler alan, deli gibi kalın giyinen ben, öksürmekten sesim kısıldı. Son günlerde yazamama sebebim budur, yarın yeni konularla yazılara tam gaz devam!

Herkese iyi haftalar!

15 Ekim 2010 Cuma

Epica

Herkese merhaba!

Blog meselesine artık gayet ısındım. Hiç yabancı bir şeymiş gibi gelmiyor. 3 hafta önce gerçekten tedirgin bir vaziyetteydim ama :)

Bugünün konusu belki bazılarınızın bildiği, belki bilmediği, belki müziklerini duyup isimlerini bilmediğiniz bir grup. Adları da Epica. Aslında her ne kadar "grup" desem de, grubun vokali Simone Simons'un tamamen ön planda olduğu bir proje Epica.

Blog konularımı seçerken her zaman ilginç ve insanların okumaktan zevk alabilecekleri konular araştırmaya çalışıyorum. Şu ana kadar sadece sanatçıları/grupları tanıtan bloglar açabilirdim ama sıkıcı olurdu. Bugün ise bir grup hakkında yazıyor olmam, bu girdinin sıkıcı olacağı anlamına asla gelmiyor.

Çünkü inceleyeceğimiz grup ve yaptıkları müzik tamamen sıra dışı, etkileyici ve bağımlılık yaratıcı .

Tabii ki her şarkısını beğenmeyebilirsiniz, çünkü aslında rock/metal müzik türü üzerine kurulu bir müzik anlayışları var.

Epica 2002 yılında kurulduğunda benzer müzik tarzını yapan Nightwish'e benzediği gerekçesiyle uzun zaman "Replica" (kopya) adıyla anıldı. Bu sert suçlamalar ve imalar grubun dinamiğinde hiçbir aksamaya yol açmadı ve grup hep daha iyi şeyler yaparak kendisini geliştirdi.

Vokal Simone Simons'un etkileyici sopranı vokali ve zaman zaman jazz müziğe kaçan vokal tarzları da albümlerindeki özgünlüğün en büyük sebeplerinden şüphesiz.

Grubun müziklerini dinlediğinizde gizemli korolar, orkestralar ve güçlü gitar riff'leri duyabilirsiniz. Ama özellikle dinlemeniz gereken şarkılar:

Feint
Phantom of the Agony
Chasing the Dragon(mutlaka)
Linger
Higher High
Safeguard to Paradise
Run for a Fall

Bu şarkıları dinledikten sonra ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

İyi haftasonları diliyorum!

Müzikle kalın!!

10 Ekim 2010 Pazar

The Phantom of the Opera!

Herkese iyi pazarlar! Bugünün tarihine de değinmeden geçemeyeceğim : 10.10.10 :)) Sezeryanların patladığı andır kesinlikle:) Bu anlamlı pazarın size bol güzellikler getirmesini diliyorum! 

Cumartesi bile uykumu alamamış biri olarak 1,5 haftalık süper-uykusuz bir zaman sürecinden sonra bugün uykunun tadını çıkardım. Sonra da düşündüm de, her şey aslında "yokluğunda" kıymet kazanıyor. Bir şeyin hayatınızda yokluğu ya da eksikliği, ona aslında ne kadar ihtiyacınız olduğunuzu hatırlatıyor size.. Geri kazanmanız mümkün olabilecek bu eksiklik/yokluklarda (mesela uyku gibi:)) bu gerçekten "kıymet anlamak" için çok hoş bir yöntem. Yani işin uyku bakış açısından bakınca, uykusuzluk mutlu sonla dolu pazarlar için güzel bir şey. :)

Haydi başlığımıza dönelim o zaman. Bugün ki konumuz herkesin en az 1 kere duyduğu muhteşem bir filmin muhteşem müziği : The Phantom of the Opera!Aslında Phantom of the Opera'ya "film" demek yanlış olur, çünkü aslında bu, bir İngiliz besteci olan Andrex Lloyd Webber'in bir müzikal eseridir. Bu eserin oluşturulmasından 20 yıl sonra, film olarak çekilmiştir.

Phantom of the Opera'yı ilk izlediğim an, beni müziğe tamamen bağlayan andır diyebilirim. Bir başka deyişle bu müzikal, benim müziğe olan yolculuğuma çıkma sebeplerimden biridir.

Bir opera binasında "müziğin meleği" olarak adlandırılmış Christine'in yine kendisi gibi muhteşem bir müzikal deha olan The Phantom of the Opera ile olan düeti ise, işte müzik tarihi dünyasına adını altın harflerle yazdırmıştır. Peki, onlarca farklı sesten duyduğumuz Phantom of the Opera müziklerini yeniden yorumlayan muhteşem sanatçılar kimler? Hadi bir göz atalım.

Öncelikle Sarah Brightman ve Antonio Banderas'ın düetinden başlayalım:

Müziğin vazgeçilmez korku dolu ama bir o kadar da tutkulu enstrumanı olan Klise orgu, şarkıya kesinlikle inanılmaz bir hava katıyor. Sonrasında ise tüm orkestranın müziğin başlangıcını coşkun bir tonla çalmasıyla sahnede Sarah Brightman beliriyor, narin bir yürüyüşle Christine rolünü benimsediği ne kadar da belli oluyor. Sarah Brightman şarkıya başlarken arkadan Antonio Banderas'ın geldiğini görüyoruz. İkili düetlerine başlıyorlar. Gerçekten tüyler ürpertici bir performans olduğu kesin. Şarkının sonlarına doğru Sarah Brightman'ın opera solosu ise gerçekten muhteşem.

http://www.youtube.com/watch?v=S88rkpPu8_g

Bu performans, The Phantom of the Opera'nın ürkütücü ve aşk dolu atmosferini en iyi anlatan performans olması ile birlikte, bir performans daha var ki bu sefer enerji dolu ve tutkunun tavan yaptığı bir atmosfere götürüyor bizi:

Nightwish'in yeniden yorumladığı The Phantom of the Opera, tek kelimeyle mükemmel!

Şarkı başlarken grubun fikir babası Tuomas Holapainen'in klavyesinden başlangıcı duyuyoruz. Kısa bir süre sonra grubun soprano vokali Tarja Turunen, "in sleep he sang to me, in dreams he came" sözleriyle şarkıya başlarken bütün stadyumu çığlıklar, alkışlar ve gözyaşları dolduruyor.

Ardından tüm grup şarkıya muhteşem bir rock/metal havası vererek, doğal atmosferinden de uzaklaşmayarak şarkıyı yorumluyorlar. Bu sefer The phantom of the opera olan grubun basçısı Marco Hietela'nın muhteşem sesi, Tarja Turunen'e eşlik ediyor.

Bütün şarkıyı, Sarah Brightman'dan farklı olarak "opera tonunda" söyleyen Tarja Turunen, sonunda artık şarkının klişeleşmiş solo operasını yaparken tüm grup da muhteşem bir coşkuyla opera ve rock müziğin birbirine aslında ne kadar da yakıştığını bizlere ispatlıyor. Şarkı, Tarja Turunen'in muhteşem tiz çıkışı ile sonlanıyor.


Bu iki performansı kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim, etkilenilmeyecek gibi değil!

Herkese güzel pazarlar :)

Müzikle kalın! :)

7 Ekim 2010 Perşembe

Şarkı Söylemenin Faydaları:)

Merhabalar herkese! son 2 gündür bloguma giremiyordum. Artık delirme derecesine gelmiş bir halde hacklenme olasılığını da düşünürken kendi internet tarayıcımda bir sorun olduğunu fark ettim (okuldan gayet kolay girebiliyordum çünkü) :)

Kış kapıda, daha 1 hafta öncesine kadar kısa kollularıyla barış içinde duran ben direk atladım kışlıklara. Daha da soğuyacakmış havalar, hayırlısı artık ne diyeyim :)

Bugün yine değişik bir blog konumuz var. Daha önce de yazdığım "müziğin sağlığa faydaları" başlığının bir alt başlığı olabilir bu. Konusu ise şarkı söylemenin faydaları!

Evet yanlış yazmıyorum. Şarkı söylemek, insan vucuduna ciddi bir şifa kaynağı.  Hem de ne şifa!

Şan derslerine ilk başladığım zaman şan hocam bana aynen şunu demişti "şarkı söylemek kendi kendinde şifa bulmanın yegane yoludur." bu söylemleriyle hafiften nirvana'ya ulaşma çabalarında olduğunu sandığım hocamın, aslında ne kadar haklı olduğunu sonradan yaptığım birkaç araştırma sonucu fark ettim. Şarkı söylemenin tıbbi faydalarının yanı sıra, başka faydaları da var.

Frankurt Üniversitesinde 31 amatör şarkıcı üzerinde yapılan araştırma sonucunda:

Şarkı söyleyen insanların iletişimde hiç zorluk çekmedikleri gözlemlenmiş. İnsan iletişiminde hiç zorluk çekmiyor, konuşmayı seviyorlar.

Şarkı söylemek vücuttaki antikor üretimini arttırarak vücudu virüslere karşı korumaya teşvik ediyor.

"Doğru" şarkı söylemenin en büyük avantajlarından biri ise "diyaframı" doğru kullanmayı bilmektir. Bu bağlamda şarkı söyleyenler doğru nefes alıyorlar.

Ayrıca uzmanlar doğru şarkı söylemenin larenks'i(ses telleri) koruduğu ve sesin yaşlanmasının önüne geçtiğini de vurguluyor.

O zaman şarkı söylemek lazım avaz avazzz!!! :)

müzikle kalın!!

http://www.bilgimedya.org/

5 Ekim 2010 Salı

Müziği Hissetmek mi, Anlamak mı?

Selamlar herkese tekrardan! Dolu dolu geçen bir salınun ardından artık haftayı yarılamış bulunuyoruz. Nedense bünyem bu aralar uykuya baya bir düşkün. Sanırım bende erken kalkma fobisi var. Anlayamadım. :) Heralde sonbaharın yarattığı bir hüzün/melankolik atmosfer olabilir. ama şu da bir gerçek ki o sapsarı parıldayan yaprakların görüntüsü de bir başka :)

Bu aralar günlük sohpetlerimde birçok blog konuları buluyorum. Bu da onlardan biri :) Bu konuyu yazma fikrim dün kuzenimle karşılıklı çay içerken aramızda geçen bir diyalog sonuçta belirdi. Kendisi çekmecemi karıştırırken ingilize şiirler buldu ve bana göstererek "bunlar ne?" dedi sanki yaptığı şey çok normalmiş gibi(bknz: hem suçlu hem güçlü:)) Ben de aynı soğuk kanlılıkla "birkaç şarkı sözü deneyimim" dedim.

Bunu dememle beraber gözleri fal taşı gibi açıldı kuzenimin ve "ingilizce söz mu yazıyorsun?!" şeklinde hafif tenkit edermişçesine tepki verdi.

Sizlerin de anlayacağı üzere "neden türkçe yazmıyorsun?" şeklinde bir tepkiyle karşılaştım. Ah be canım kuzenciğim o çekmecenin tamamına baksaydın keşke :)) neyse sonra türkçe sözlerimi de okuttum ona :))

Ama bu tepkisi çok ilgimi çekti. Sonra kendisi ile konuştuğumda ingilizce sözleri anlayamadığını ve müzikte onun için "sözlerin" en önemli öğe olduğunu belirtti.

Mesela bana göre sözden önce müzikal anlamda ezgiler gelir. Ama insanlara göre değişir tabii ki.

Ama bir genellemeye göre insanların büyük bir kısmı anlamadığı şarkıları çabuk unutuyorlar. Bunun nedeni sözlerin müziğe bir kimlik kazandırmasıymış! Ne kadar doğru bir saptama aslında.

Diyeceksiniz, sözleri olmayan enstrumental parçalar ne olacak? Onlar ayrı :) hatta sadece müziğin olduğu bir parçada şahsen daha çabuk etkilenmek bile mümkün.(belki)

Ama şu bir kesinliktir ki, lyric yani şarkı sözü dediğimiz olgu, ciddi bir olay. Müziğe tamamen o kimliği veren ve doğru kafiyelerle ve girişlerle ayarlandığında müzikte "catchy" dediğimiz olay ortaya çıkıyor işte. Mesela birkaç örnek vereyim sizlere, bakalım benimle aynı fikirleri paylaşacak mısınz :)

Muse - Unintended

Scorpions - Still loving you

Within Temptation - Forgiven

İngilizce olarak bunları dinlemenizi öneriyorum. Türkçe olarak:

Şebnem Ferah - Hoşçakal

Candan Erçetin - Sensizlik

Sezen Aksu - Küçüğüm

Bunlar da sözlerin müziğe kazandırdıkları kimlikleri bizlere sunuyor.. iyi dinlemeler!

Müzikle kalın!!




4 Ekim 2010 Pazartesi

Yorum Yapmak İçin! :)

Bu seferlik konu dışı bir duyuru:).Bugün bölümümüz hocalarından Aylin hoca ile görüştüğümde yorum yapamadığını belirtti bana:( ben de hemen kontrol ettim ki evet yorum yapılamıyor.

Yorum yapmak için:

-Sağ üst köşeden gmail mailinizle giriş yapıp, ardından hangi bloga yorum yapmak istyorsanız oranın altındaki "yorum" sekmesine tıklamanız gerekiyor. O zaman yazı yeri açılacaktır :)

Yani gmailiniz ile giriş yapmadan yorum yapılamıyor :)


sevgiler, saygılar.. :)


Müzik Türlerine Göre Kişilik Analizi!

Herkese merhabalar! bol dinlenmeceli geçen bir haftasonu ardından ders başını yapmış bulunmaktayım:) 1 haftayı da böyle doldurduk. Geçen hafta bugünü düşünüyorum da, baya tedirgindim.:) Yeni gireceğim üniversite ortamı, hocalar, arkadaşlarım... ve bugün 1 hafta geçti ve her şey yolunda. :)

Geçenlerde başıma gelen bir olay bugünkü blog konumu oluşturdu. Arkadaşlarımla oturmuş kahve içerken içlerinden biri : "Onur sen çok garip bir insansın" dedi. Birden arkadaşımın böyle bir tepkide bulunması beni tedirgin etti ama hafiften tebessüm ettiğinden, şakaya vurduğunu sanıp aldırmadım.

"Eee?" dedi arkadaşım, "bişey sordum" diye devam etti tebessümünü de devam ettirerek. Gülerek "neyim garip?" dedim.

"Ne bileyim, heralde piyano falan çalıyorsun ya, ondandır" dedi.

"Ne alaka?" dedim gayet bezmiş bir tonla :) ama bunu dememle kafamda da bir ampülün yanması bir oldu. Aslında arkadaşımın bu dediği şey, beni baya düşündürdü. "Ne alaka" diye geçiştirdiğim şey aslında "Çok alaka" idi. Müziğin insanın karakterine etki etme, hatta karakterini yaratma gibi bir özelliği olduğu gerçekten doğruydu!

Müziğin karakterinize etki etmesi için bir entruman çalmanız, şarkı söylemeniz, teorik anlamda müzik bilgisi olan biri olmanız gerekmiyor. Sadece bir müzik türüne gönül vermeniz yeter.

Çok basit bir örnek : Emolar.

Emotional Rock türünden etkilenen gençliğin bu tarzı hayatlarıyla adeta birleştirerek marjinal saç stilleri tasarlamalarını, konuşmalarını hatta oturmalarını bağlı oldukları müzik türü etkiliyor!

Aynı şekilde Gothic'ler. Gothic Rock/Metal dinleyicilerinin benimsediği bu akımı da inkar etmek imkansız.

Peki karakterlere bakarsak? Hangi müzik türü hangi karakteri etkiliyor ya da doğuruyor?

Amerika'da yapılan bir araştırmada klasik müziği fazlaca dinleyen ve benimseyen insanların zeka puanlarının diğerlerine göre daha tüksek olduğu,

Elektronik müzik dinleyenlerin öfkeli ve çabuk parlayan karakterde olduğu,

 Rock müziği dinleyenlerin asi kişilikte olduğu ve en küçük haksızlıkta bile isyankâr bir tavır gösterdikleri,

Caz severlerin sorumluluk sahibi olduğu,

Pop müzik seven kişilerin daha keyfine düşkün oldukları

saptanmıştır.

Bu konunun gerçekliği konusu hakkında bir şey diyemem ama artık çevremi daha dikkatli gözlemleyeceğim. Sizlere de tavsiyem bunu yapmanız. Müzik türlerine göre karakter oluşumunu en net bu şekilde görebiliriz.

Herkese iyi haftalar, müzikle kalın!!



http://www.bilgimedya.org/

2 Ekim 2010 Cumartesi

Sağlığa Giden Yol: Müzik!

 Haftasonu! Evet herkes bu günü çok seviyor biliyorum:) özellikle şu cumartesileri yok mu şu cumartesileri :)
Bugün biraz daha bilimsel ve ilginç bir konu üzerinde duracağım. Gerçekten insan sağlığı üzerinde ciddi etkilere sahip olan, çoğu hastalığın tedavisinde kullanılan bir yöntem ile tanışmaya hazır mısınız: Müzikoterapi

Müzikoterapi'nin ne olduğunu az çok anlamışsınızdır. Bazı hastalıkları iyileştirmek veya iyileşme sürecine sokmak için hastaya belirli seanslarla uygulanan müzikal içerikli terapiler müzikoterapidir. Şu an dünyada birçok hastanede şaşırtıcı olumlu sonuçlar doğuran müzikoterapinin mucizeleri, dünyayı şaşırtmaya devam ediyor.

Öncelikle müziğin bünyeye olan faydasının daha anne karnından fark edilebildiğini biliyor muydunuz?

Mesela bebeklerine daha anne karnındayken müzik dinleten(özellikle klasik müzik) annelerin çocuklarını IQ seviyelerinin ciddi yüksek bir rakamda olduğunu?

Peki ya uzun yaşamın sırları arasında müziğin de olduğunu söylesem?

Madde(uyuşturucu) bağımlılığında müzikoterapinin ciddi olumlu sonuçlara sebep olduğunu?

Otizm gibi rahatsızlıklarda müzikoterapi uygulandığında "mucizevi" olarak nitelendirilebilecek sonuçlar ile karşılaşıldığını?

Aynı şekilde alkol tedavisinde de müzikoterapinin etkisi çok büyük.Alkolizm tedavi merkezinde bir müzik aleti eşliğinde şarkı söylemenin tedavideki etkinliği incelenmiş ve alkoliklerde grup etkinliğine katılımın arttığı tespit edilmiştir. Madde kullanımı olan ergenler üzerinde yapılan bir çalışmada, alınan maddeyle ilgili şarkılar seçilmiş, kaydedilmiş ve sözleri yazılmış. Sonra bu şarkılar, ergenlere dinletilmiş, yazdırılmış; şiirler de yorumlatılmış. Bu sayede, ergenlerin maddelerle ilgili konuları anlamalarına yardımcı olunmuş ve kontrol kaybı, fiziksel yıkım, bağımlılık artışı gibi sorunların farkına varmaları sağlanmıştır. Müzikoterapiyle ergenler günlük stresle başa çıkmanın alternatif yollarını öğrenmişler ve uyuşturucu konusunda bilinçlenmişlerdir.
Günlük rutinlerin ve çevre,aile özel yaşantı gibi etmenlerin kurbanı olan bireylerde oluşan psikosomatik hastalıklarda da müzikoterapi depresyonu, stresi, kaygıyı ve kızgınlığı azaltmaktadır.

Müzikoterapi hakkında daha detaylı bilgileri ilerleyen günlerde buraya yazacağım. Çünkü önümüzdeki hafta bir aile dostumuzun yanına, aynı zamanda Türkiye'de hatrı sayılır bir neurofeedback terapisti olan bir tanıdığımı ziyaret edeceğim. Tüm bunları birinci elden dinlemek heyecan verici olacak!

Şimdilik hoşçakalın diyorum, hepinize güzel cumartesi geceleri ve pazarlar! :)

Müzikle kalın!!

1 Ekim 2010 Cuma

Parmakların Orkestrası: Piyano

Merhabalar herkese! Yine son derece enerjik ve dolu dolu bir konuyla günün blogunu yazıyorum. Umarım beğenerek okursunuz..

Beni tanıyanlar bilir, tanımayanlar da öğrenecektir ki benim en büyük tutkum piyanodur. Gidin çevremden birine sorun "Ya kardeş bu Onur kimdir, neyin nesidir?" diye elbet bir cümlenin içinde piyanoyu duyacaksınızdır. Hani herkesin içinde olduğu bir dünya vardır. Ali için bu gezmek tozmantır, Veli için sevgilisini ne kadar çok sevdiğidir, Ayşe için modadır vs. Bende de böyle bir kalıp oluştu sanırım istemeden. Beni tanıyanlar bu yönümü iyi biliyorlar ki, hep akıllarında piyano başında bir Onur beliriyor.. :)

Ben hiçbir zaman piyano başına oturup sonatalar, konçertolar çalan biri olmadım. Hep kendi kendime üretmeye çalıştım. Herkesin kendisine göre bir deşarj yöntemi vardır kimi gider duvarı yumruklar, telefonu fırlatır, bağırır, spor yapar, koşar vs. bende de bu var. Müzik  olunca işin içinde her şeyi unutuyorum. Beni üzebilecek her şeyi böyle unutuyorum, atıyorum çöpe..:)

Benim perspektifimden piyanoyu anlatmak hem sizi çok sıkar, hem de gereksiz olur. Çünkü benim için anlamını anlamanızı zaten isteyemem.. :)

Bunun yerine şu en ünlü enstruman kimmiş, neymiş bir tarihe göz atalım?

Piyano dediğimiz enstrumanın 2 çeşidi var. Kuyruklu ve konsol piyano. Konsol piyano dediğimiz duvara diklemesine duran, diğer türüne göre daha küçük olan ve ev ortamında(özellikle apartmanlarda) daha elverişli çalışmayı sağlayacak bir piyano tipi. Kuyruklu olanlar ise hepinizin çok iyi bildiği, arkaya doğru uzanan ve benim tabirimle "gerçek piyano" diye adlandırdığım tür. Ha konsol gerçek değil mi? gerçek o da tabii ki! ama bir kuyruklu piyanonun karizması her zaman bambaşkadır.Piyano kelimesi İtalyanca "Güçlü ve Hafif sesli klavsen (harpsikord) - gravicembalo col piano e forte" 'den gelir. Pianoforte olarak adlandırılması da bundandır. Atası klavsenden en önemli farkı, tuşa basarken uygulanan kuvvete göre çıkan sesin şiddetinin de aynı yönde değişken olmasıdır. Klavseni internetten araştırırsanız göreceksinizdir ki gerçekten piyanoya çok benzemektedir.

Piyanolarda 3 pedal vardır. Kuyruklularda üçüncüsü kullanılmazken konsollarda kullanılır.. Bunun nedeni konsollarda üçüncüsünün sesi kısma özelliğine sahip olmasıdır. (apartmanda çalışan piyanistlere kıyak) Kuyruklu piyanolarda, hatta genel olarak piyano denilince akla gelen ilk marka Steinway'dir. Bugüne kadar asla çözülememiş bir formül ile hem seste hem de tuşlara dokunurken bir farklılık olduğunu keşfediyorsunuz. Steinway çalmış biri olarak bunun doğruluğuna kesinlikle katılıyorum. Onun arkasından hemen onu takip eden "Yamaha" lar var. Onlar da Steinway piyano kalitesine yaklaşıyorlar. Bösendorfer, zimmermann gibi markaları da es geçmemek lazım tabii ki.

İyi Piyano denilince tabii ki Alman piyanosu hepsini sollar! ama rus piyanoları da gayet iyidir..

Tarihçesine hiiç girmeyeceğim çünkü o kadar uzun ki, size sıkıntı vermesi muhtemeldir. O yüzden piyano hakkında minik bir girişi yapmış bulundum. :) Umarım beğenmişsinizdir. O zaman şimdilik hepinize iyi günler ve bol dinlenmeli haftasonları diliyorum! Yarınki blogda görüşürüz..!

müzikle kalın!!