İkinci blogumla karşınızdayım.Havada ne olacağı belirsiz bir atmosfer var ve bugün kendimi biraz enerjim düşmüş gibi hissediyorum, nedendir bilmiyorum.Hepimize olur ya hani bazı günler "bunu yapmaya hiç niyetim yok" deriz, aslında o gün deliler gibi işimiz olmasına rağmen oflayıp puflayıp yerimizden kalkar sıkılmış bakışlarımızın bizi ele vermemesi için sahte tebessümlerle etrafa gülücükler saçarız. Neden bu kadar uzattın onuruz? desene "ben üşengecim" diye! Hayır değilim, sadece bugün sanırım dün yaşadığım güzel anıların etkisinde olduğumdan küçük bir bocalama yaşıyorum. Okulumda ilk haftanın vermiş olduğu haz ve heyecan hala yerli yerinde. Her gün yeni bir şey keşfediyorum.4 sene boyunca her gün aynı heyecanı yaşayacakmışım gibi geliyor. Sevdiğim bölümdeyim, sevdiğim ortamdayım, sevdiğim hocalarlayım! Daha ne isteyebilirim ki?
Ufak çaplı bir kişisel konuşmadan sonra temasal blogumuzun bugünkü inceleme alanına bir girelim isterseniz. Şayet uzun zamandır araştırdığım bir konu olması bunu sizlerle paylaşacak olmanın verdiği heyecanı kat kat arttırıyor. :)
Evet sayın onuruzmusicblog okuyucuları, bugünkü konumuz müzikte yozlaşma olarak tanımladığımız olgular acaba popüler kültürün gerektirdiği "gerekli" bir şey mi? (bazılarınızın sinir katsayısının arttığını ve hemen "sen ne diyorsun ya!" dediğini biliyorum, sakin olun konumuz fazlasıyla nesnel)
7 sene boyunca klasik piyano eğitimi almış bir insan olarak "müzik" olarak nitelendirdiğim çoğu şey birkaç sene öncesine daha "klasik müzik" idi. Ta ki kendi bestelerimi yapana, ve zincirlerimi kırarak daha farklı türler dinleyene kadar. Klasik müzik dışında ikinci kez bağlandığım müzik türü "senfonik metal" adlı bir türdü. Güçlü gitar soloları arasından yükselen korolar ve dev orkestraların varlığı, heyecan verici bir müzik türü ortaya çıkarmıştı. O gün karar vermiştim: "ben bu müzik türünü icra edeceğim" sonra aradan 1 sene geçti, yaptığım tüm besteler sözsüz, enstrumental parçalardı. Acaba yazabilir miyim diye kendimi denediğimde, kendimi gayet de hoş kafiyelerle süslenmiş kulağa güzel gelen şarkı sözleri yazarken buldum. İşte o an müzik zevkimin çok daha geniş bir yelpazeye yayıldığı andı. Artık her müziği dinliyor ve beste yaparken daha da özgürleşiyordum.Bunu piyano hocama anlattığımda bir an piyanoyu başımda parçalayacak sanmıştım, o derece sinirlenmişti. Bilirsiniz piyano hocaları biraz otoriterdir, hele yaşları da varsa...
Kendimden verdiğim bu örnek, aslında bu blogda tanımlamak istediğim iletinin ta kendisi. Toplumlarda da, aynı şekilde bir müzik zevki değişimi söz konusu. Dürüstçe söyleyebilirim ki zamanında pop ile işi olmayan ben, şu an gayet de eğlenerek Lady Gaga dinliyorum. :)
İşte tam burada şu soru aklımıza takılıyor. "Müziğin bu zaman içindeki değişimi, ileride müziği yok edebilir mi? Bu bir yozlaşma mı yoksa olması gereken bir kural mı?"
Bu soruda sadece 1 şeye kesin cevap verebilirim ki, dünyanın sonuna kadar asla müzik yok olmaz. Emin konuşmayı sevmeyen bir insan olarak bu konuda gerçekten eminim. Çünkü müzik heryerde! telefonunuz çalarken duyduğunuz seste, arkadaşınızın sıkıldığında mırıldandığı melodide, hatta doğada!
Telefonla birini ararken duyduğunuz "dııııtt" sesinin aslında notalardan "LA" sesi olduğunu biliyor muydunuz? Hatta piyanistlerin telefondaki bu çevirme sesini dinleyerek piyanolarındaki "LA" sesinin akordunun bozuk olup olmadığını bu sayede anladıklarını? :)
Müzik sürekli bir evrimin kaçınılmaz olduğu bir sanat dalıdır. Her an her dakika bu yaşanmaktadır. Çünkü dünya değişiyor, insanlar değişiyor, alışkanlıklar değişiyor...
Bilindik bir sözle yazımı bitiyor, ve yorumu sizlere bırakıyorum..
"Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.."
Herakleitos
http://www.bilgimedya.org/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder